top of page

Çocuk ve Kariyeri

Çocuk ve İş Hayatı

 

Ebeveynler çocuklarının istikbali hakkında hep endişelidir. “Acaba ‘iyi ve mutlu’ bir insan olabilecek mi?” sorusunun yanıtını bilmemek değildir bu endişenin kaynağı; asıl kaygılandırıcı bilinmeyen “benim çocuğum hayatta başarılı olabilir mi? sualinin cevabıdır. Belki de aslında insan başarılı olunca “iyi ve mutlu” oluyordur diye düşünürüz, ya da tam tersi.

 

Başarı

 

Peki başarı kavramı bizim insanlarımızın çoğunluğu için ne anlama geliyor? Bu sorunun cevabını araştıran bir çalışmanın sonucu nasıl olurdu, tahmin etmeye çalışalım.

 

  1. Çok zengin olmak,

  2. Güçlü olmak, yani zengin olmasa dahi diğer insanlara nazaran daha fazla istediklerine sahip, ‘istemediklerinden uzak’ olabilme imkânı,

  3. Piramidin tepesine çıkacak kadar akademik başarıya sahip olmak, bir şekilde ömür boyu üniversitede bulunmak,

  4. ‘İyi ve sürdürülebilir ‘bir evlilik yapmak,

  5. İstikrarlı bir ücret geliri sağlayan pozisyonda üst seviye beyaz yakalı olmak,

  6. Mülk, ortaklık gibi ömür boyu para sıkıntısı göstermeyecek kadar gelir kaynağının varlığını elde tutmak,

  7. Kimseye boyun eğmeyecek seviyede “güç ve irade” sahibi olmak.

 

Yukarıdaki sıralama değiştirilebilir, seçenekler birleştirilebilir ama ülkemizde hayatın mottosu “zengin olmak ile ele-güne muhtaç olmamak” aralığında gider gelir. Zaten zengin olmanın gayesinin, belirsizlik dolu gelecekte muhtaç duruma düşmemenin yolu olduğudur. Başarılı insan tanımı ve tasnifini eleştirmek kimsenin “işi veya haddi” olmamalıdır, ekseriyetin kanaati ve inancı en az azınlık görüşlülerininki kadar itiraz edilmezdir. Meselelerde değişmez olan şey, başta sorunu doğru tespit ve devamında tahlildir ki esas faydalı davranış bu yordamdır.

 

Sınavlar

 

Ülkemizde neredeyse 50 yıldır üniversiteye giriş sınavları yapılıyor, biraz kısa süredir de özelliği olan liselere merkezi sınavlarla kayıt yapılabiliyor. Sınavın gerekliliği ve adaletine ilişkin tartışma ve eleştiri yapmak çok anlamlı değil; çünkü yerine daha makul bir şey konulmadıkça eldeki yöntem tek doğru ve hakkaniyetli seçenek olarak kalıyor. Seçme ve yerleştirme sınavlarının gerçekte pek bakılmayan veya görülemeyen farklı bir faydası daha var, lakin bu detaya ilişkin bilimsel çalışma var mı ve varsa sonuçları analiz edilerek kamuya açıklandı mı, meçhuldür.

 

Soru şudur: Elli yıldır söz konusu merkezi sınavlarda ilk 100 dereceyi alanların iş ve özel hayatlarında ne kadar başarılı oldukları gözlemlenmekte ve ölçümlenmekte midir? Cevap evet ise sonuçları nelerdir? Sınavlarda “üstün başarı” gösteren bu insanlarımızın kimler olduklarını ve iyi bir akademik kariyer yapabilmek için imkân elde ettiklerini biliyoruz, o kadar. Mutlu, sağlıklı, saygın, müreffeh ve ailelerine faydalı bireyler olmuşlar mıdır, bunları bilmiyoruz.

Esas “seçme sınavı” sıralama sonuçları 10 yıl sonrasının araştırma konusu olmalıdır, lakin bu konuya bilimsel açıdan henüz bakmıyoruz. Bu konu o denli önemlidir ki belki de bizim çocuklarımızı yetiştirme davranışlarımıza ait tüm paradigmayı değiştirebilecek bir fenomenal bilinmezdir. Diğer bir ifade ile eğer seçme sınavlarındaki başarı, çocuklarımıza beklenen ve umulan “başarı ve mutluluğu” veremiyorsa ailelerin odaklanması gereken şeyler farklı olmalıdır ve olacaktır.

 

Açmaz

 

Klasik bir Türkiye’de mukim ebeveyn, çocuk sahibi oluşundan itibaren çocuğunun, iyi bir üniversitesinin iyi bir bölümünü kazanmasına yönelik hazırlık ve beklentiyle hem kendi hem de evladının hayatını kurmaya başlar. Bu amaçla okul seçilir ve karşılıklı bir ilişki ile eğitim “kurumu – evlat” ilişkisi tesis edilmeye çalışılır. Çocuklarımız bu sürecin her anında iyi bir öğrenci olması gayesi ile sert yönlendirme ve baskı altındadır. Sınava hazırlık saplantısı o denli zıvanadan çıkmıştır ki; bazı ebeveyn, çocuğunun beynini etkileyen kimyasallarla onu müptela haline getirerek adeta bir ucubeye dönüştürmeyi göze alabilmektedir. Bu baskılardan beklenen ara hedef, evladın daha çok net yapmasıdır çünkü bir sonraki sınavda “çok çok” net yapabilmesini sağlayacak okullar da bir önceki nete göre öğrenci kabul etmektedir. Sistem, yukarıda ifade edildiği gibi kendi içinde mantıklıdır, çünkü elimizde daha iyi bir seçme sistemi yoktur.

 

Şimdi seçme sınavında çok fazla net yapmış ve “gayesine ulaşmış” bir öğrencinin kişilik özelliklerini tanımlayalım; sonrasında buna bağlı sorularımızı soracağız.

 

  1. Vasatın üzerinde bir zekâsı vardır, IQ’su yüksektir, ancak EQ’suna ilişkin bir kanaat ileri sürülemez.

  2. Disiplinli ve çalışkandır. İstisnalar dışında eğitim hayatında sistemin istediklerine riayet etmiş ve aşırı derecede ders çalışmaya vakit ayırmıştır.

  3. Aynı ve çok benzer şeyleri tekrar etmek hususunda bir itirazı olmamıştır çünkü testli ve süreli sınav sistemlerinde hazırlık döneminde soru gruplarının tekrar edilmesi bilgiye sahip olmak kadar etkin bir yordamdır.

  4. Hırslıdır veya itaatkardır, çünkü çocuğumuz kendine çizilen rotayı tartışmasız kabul ederek vaat edilenleri çok arzulamıştır veya büyüklerinin istediklerini harfiyen yapmıştır.

  5. Eğitim ve öğrenmeye yatkındırlar, süresi değişken olmakla birlikte öğrenme zorluğu çekmezler.

  6. Sorgulama özelliği çoğunlukla öncelikleri değildir.

 

Kişilik

 

Yukarıda, bazı kişilik özelliklerinin sınav sistemimizde başarıya etkileri yazılıdır. Fakat bir insanın mizaç ve karakter temelli özelliklerinin kapsamı çok fazla geniştir. Bu “kişilik özelliklerinin” bazılarını hatırlayalım. Cinsiyete göre belirginlik ve kullanım dereceleri farklı olmakla birlikte esasen evladımızı bu tanımlamalarla anlatabiliriz.

 

  1. Çocuğunuz işbirlikçi midir? Bu sorunun cevabı çoğunlukla “asla” ise Türklerin arasındayızdır, çünkü bu ülkede işbirliği yapmak yerine yapmamak tercih edilir. İş hayatında başarı için tam tersi gereklidir; aksi durumda sabah – akşam çatışma olur.

  2. Çocuk, daha ziyade kimlerle arkadaşlık kuruyor, öncesinde ise rahat arkadaşlıklar kurabiliyor mu? Farklı yaş ve sosyal gruplarla mı daha rahat konuşuyor, yoksa benzerlerinin yanından ayrılmıyor mu? Ve ebeveyn olarak sizlerin tercihi hangisidir?

  3. Sağlıklı iletişim için vaktinin ne kadarını harcıyor? Dahası iletişime ne kadar önem veriyor? Bu soruların cevabını kızların erkeklerden günde ortalama üç kat fazla kelime kullandıklarını unutmadan şunu düşünelim: siz olsanız nasıl biriyle iş yapmayı tercih edersiniz? Konuşan veya suskun…

  4. Alıngan mı ve daha çok nelere “alınıyor”? Her şeyi üzerine alıyorsa sonra bununla nasıl baş ediyor? Akabinde başa çıkma yönteminin maliyeti ne kadardır?

  5. Çocuğun paraya saygısı var mı? Siz “ne biçim soru bu” demeden önce soruyu değiştirelim: maddi varlıklara, yani birilerine ait değerlere gerekli ihtimamı gösteriyor mu? Siz parayı sevmezseniz para sizi hiç sevmez. Önce kendi servetine, sonra yakınlarının ve en son üçüncü kişilerin sahip olduklarını, “derhal harcanması gereken şeyler” olarak mı görüyor? Ve sizce doğru mu görüyor?

  6. Yalanla arası nasıl? Bu cümlede iki soru var: yalan söyleme eğilimi var mı ile yalana ve söyleyene karşı ne tepki veriyor? İkinci sorunun cevabı başarılı bir hayat için ilkinden daha hayati ve önemlidir.

  7. Konuşma ile arası nasıl? Daha doğrusu “doğru susmayı” becerebiliyor mu ve de biliyor mu? Zevzek mi, ketum mu?

  8. Başarısızlıklarını izah edebilme kabiliyeti var mı? Bilindiği gibi “başarısızlık, akamet, mağlubiyet ve hata” en çok en başarılı insanlarda sayısal olarak çok vardır çünkü cesurların ve müteşebbislerin karar ve icraat sayısı diğerlerinden çok çok fazladır; dolayısıyla başarısızlıkları da… Böyle hallerde en önemli merhale “hedefi ıskalama sebeplerini” makul yollarla önce kendine, sonra inandırıcı şekilde herkese anlatabilme işidir. Yok eğer bu yapılamıyorsa, gelinen noktanın esas hedef olduğu, bu da olmuyorsa “asıl amaca varamadık ama beterinden kurtardım, ehveni şerdeyiz”e ikna edebiliyor mu insanları?

  9. Depresif eğilimleri var mı, var ise nedeni genetik mi, savunma amaçlı mıdır? Depresyon çocuğunuzu daha zeki mi kılıyor, yoksa “saklanmak” için bir yol mu?

  10. Yakasını kaptırınca ne yapıyor ve niye yakasını kaptırıyor? Mahalle-okul arkadaşları ile akraba çocuklarıyla, internette vs ortamlarında tanımadıklarıyla başı derde giriyor ve bedel ödeme noktasına geliyor mu ve neden? Siz ebeveynler bunları ne zaman ve kimden öğreniyorsunuz?

  11. Çocuğunuz mecbur olmadığı halde erken yaşlarında kendine veya yakınlarına ait işleri öğrenmek istiyor ve yapabiliyor mu? Mesela, yemeğini veya alışverişini kendi başına yapmak gibi…

  12. KPSS, TEOG, LYS, ALES vs kısaltmalarına mı aşina yoksa daha ziyade BİST, FOREX, MODA, ŞİŞECAM vs mi ilgisini daha çok çekiyor?

 

Yukarıdaki 12 adet “tuhaf” soru sayısı birkaç kat arttırılabilir. Her ebeveynin çocuğu için buna benzer sorular sorup ciddiyetle cevaplaması en az “hangi Anadolu lisesi ” kararı kadar önem arz eder!!

 

Uzmanlar, “büyür doğruyu görür” şiarının yürümediğini söylüyorlar, yani vaktinde müdahale etmezlerse ebeveynlerin işleri günden güne zorlaşmakta… Kısacası “yedide ne ise yetmişte de odur” atasözü doğru.

 

Zekâ Ve Kullanımı

 

ABD’de çok tartışılan bir araştırma var: Irklara göre IQ ölçümlenmesi; çalışmanın kendisi de eleştirilmekle birlikte aslında itiraz daha ziyade hipoteze yapılıyor. 80, 90, 100, 105 ve 115. Bu rakamlar sırası ile ABD’de ana köken gruplarının IQ ortalamaları: Afroamerikan, yerli (Kızılderili), beyaz (Avrupa), Uzakdoğu (Japon – Çin) ve Aşkenaz… Bu araştırmaya en sert eleştiri ırkçılık yapıldığı iddiasıyla yapılmaktadır ama araştırma sonuçlarının ürettiği rakamlara itiraz edilmemektedir. 


Antitez şöyledir: Bu ırksal gruplar aynı zamanda farklı sosyoekonomik topluluklardır. Bu nedenle her grubun ekonomik gücü, sosyal yapı ve eğitim imkanları farklıdır, bu farklılıklar da IQ farklarına sebep olmaktadır. Antitezin zayıf yanı şudur: Tez’de özne yer değiştirildiğinde başka sorunlar çıkmaktadır. Sonuç olarak ailenin ve ait olunan sosyal grubun, zekâ, zekanın da başarı yani zenginlikle  yüksek korelasyonu görülmektedir.

 

Son zamanlarda konuşulan yeni fütürist söylem şöyledir: İnsan vücudu her canlı varlık gibi “optimal” çalışır, yani mevcut haliyle dinlenirken bile enerjisinin %20’sini beyne kullandıran “insan ırkının”, gerçekten ihtiyacı olsa beynini daha da geliştirebileceği ama bunun sağlayacağı faydanın, gereken “ek enerjiyi” karşılamaya kafi gelmeyeceği… Bu “teoremin” devamında ise şöyle deniyor: Mevcut teknolojik ve ekonomik yapıda vasat bir insanın beynini zorlamasına gerek yok, çünkü gelecekteki düzen, insanın analiz yapıp karar vermesine gerek kalmayacak şekilde olacak. Bu düzen için “arı kovanı” benzetmesi yapılıyor, “herkes yapacağı şeyi biliyor ve bildiği şey kadar yapıyor”.

 

Cep telefonuna sahip herkes otobüse binmek için evden ne zaman çıkması gerektiğini “saniyesi saniyesine kadar” bilebiliyor, mesela.

 

Bir işletme açısından “iyi bir üniversiteden” mezun birinin diğerlerinden yani “vasat” bir okuldan gelenlerden ne farkı vardır? Biliriz ki "bu okulu" kazanabilmek için daha yüksek zekaya sahiptir, daha çok ders çalışmıştır, çok fazla tekrar yapmıştır ve bunları kolaylıkla sağlayacak imkanlara sahip olmuştur. Temel farklar bu kadardır, çünkü artık bilgi, en kolay ulaşılan bir meta olduğu kadar, zor ve zaman isteyen bilgi temini ile bilgi işlemelerini artık bilgisayarlar yapmaktadır; muhasebe, mühendislik, hatta tıp ve de hatta hatta hukuk alanı bile aynı “tehdit” altındadır. Bu nedenle “iyi üniversite ve iyi zekayla” edinilen çok fazla bilgi, rutin işler için pek “lazım” değildir. İş hayatında yaratıcı olmak için önce zeka gerekir ama bizim sınav sitemimiz daha ziyade ezber ve tekrara dayanmaktadır ki bu durum yaratıcı bir beynin “dumur” olmasına sebebiyet verir. Bu paragrafın teması, sadece özel bir konuda düşünmeyi sağlamayı başlatmak amaçlı olduğu için özellikle kısa bırakılmıştır.

 

Bedel

 

Başarı “güce sahip” olmak ise bunun yolu, diğer insanları sizin gibi düşünmesini sağlamaktır; ama önce bu diğer insanların sizi, sizin de diğer insanları tanımanız, en azında etkileyebilecek kadar iletişime sahip olmanız gerekir. Çünkü “para insandan kazanılır”; insanlar, size ait fikir ve ürününüze değer verdikleri ve inandıkları için kendi varlıklarının bir kısmını size vermeyi kabul ederler. Bu nedenledir ki çocuğunuz başarılı olabilmek için önce diğer insanlarla sağlıklı iletişim kurmayı, güven telkin etmeyi ve mücadele etmeyi öğrenmelidir ki bunların özü okullarda öğrenilebilecek bir bilgi türü değil, kişilik özelliğidir. Diğer başarı faktörler arkadan gelir, ama maalesef bu “kuramların” da önemli bir kısmı “eğitim sistemimizin” kapsama alanında değildir.

 

Ebeveynler, okul, dershane ve kurs maliyetlerinin yanında “özel öğretmenler” için ciddi bütçeler ayırmaktadır. Çocukların istikbali için iyi bir matematik veya fizik hocasına verilen önem, zaman ve ödemenin bir kısmı rehber öğretmen sıfatlı “psikolog ve pedagog” için kullanılsa “başarı kapısı” daha kolay açılabilir.

 

Şerif Elender

Kıdemli Danışman

Ekonomi - Finans



Her hakkı mahfuzdur. İzinsiz hiç bir şekilde kopyalanamaz ve yazarın ismi zikredilmeden alıntılanamaz.

4 Eylül 2017

bottom of page