top of page

Döviz "Değer Artış Kazancı"​ Vergisi

DÖVİZ VE VERGİ


Toplumun çoğunluğunun sahip olduğu genel kanaatin aksine kamu kurumlarımızın birçoğu son derece etkin ve verimli çalışmaktadır; mukayese edildiğinde bazı gelişmiş ülkelerin muadillerinden daha başarılıdırlar. Bu iyi vasıftaki kamu kurumlarımızın başında vergi konusunda görevlendirilmiş “idareler, kurullar, müdürlükler vb” gelmektedir. Vergi hususunda mevzuat, çalışanların yetkinliği ve teknik altyapı yönünden övünebilecek durumdayızdır ama vatandaşın bu durumu yanlış yorumlama ihtimali endişesiyle vergi konusundaki başarımızı mahcupça gizlemeyi tercih ederiz.

Aslında "Gelişmiş Ülkelerin" yasal altyapısına benzer çalışma 2002 öncesinde Ecevit Hükümeti döneminde hazırlandı. Ancak "bu modern manzume" ne yazık ki çeşitli sebeplerle tamamen uygulanma imkanı bulamadan en önemli temel taşlarından bazıları "kadük" hale getirilmek suretiyle amacı dışına çıkarılmıştır. Sonraki yıllarda vergi mevzuatı ve teknik altyapımız daha da güçlendirilmiş ve önemli bazı ufak "hukuki ve adil olma" hususları dışında birçok Avrupa devletinin üzerinde vergilendirme performansı elde edilmiştir.


Bilindiği gibi finansal olgulardan iki ana yöntemle vergi alınır:


a. Dolaylı Vergiler: Bir yatırımın veya giderin yapılması esnasında ortaya çıkan vergidir, bizde “tüketimden alınan” diye tanımlanır ama esasen “harcama vergisidir”. Ülkemizde en önemli vergi gelirinin bu kalemden alındığı hesaplanmaktadır. KDV, ÖTV, BSMV – KKDF(fondur ama vergidir), ÖİV, Harçlar, Gümrük Vergileri bu gruptandır. Bu yöntemde çoğunlukla vergiyi ödeyenle verginin sorumlusu farklıdır. Oran ve miktarlar her vatandaş için eşittir. Bu nedenle adil olmadığı söylenir. Türkiye’de toplam vergi gelirleri içindeki payı % 61 civarıdır, on yıl önce %69’a yakındı.


b. Dolaysız Vergiler: Bunlar servet ve gelirlerden alınanlar olarak ikiye ayrılır. Servetten (mülkiyet) alınanlar Emlak, MTV, VİV, Aktif Vergisi vb olarak tanımlanabilir. Batıda miras vergisi yüksek iken, doğu ülkelerinde şirketlerden alınan aktif vergisi öne çıkar. Gelirden alınanlar ise temel olarak şahıslardan alınan Gelir Vergisi ile şirketlerden alınan Kurumlar Vergisidir.


Gelirden Alınan Vergiler:


Vergiyi konusu olan gelir iki şekilde oluşur. İlki, bir şeyi ticari gaye ile alır satarsınız, net satış geliri ile toplam maliyet arasında lehe olan miktar gelir vergisi matrahıdır. Bu tür gelir daha ziyade tacir sıfatına haiz kişi ve tüzel kurumlar için söz konusudur. Diğer tür gelir oluşma yolu ise sahip olunan bir varlık – servet- durduk yerde değer kazanır, bu vergi tekniği açısından realize edilmese dahi bir gelir vergisi matrahı oluşturur. İkinci tür gelir grubu ise emek, varlık, para gibi faktörlerin bedeli olan ücret, kira, faiz veya temettü gibi gelirlerdir. Bu tür gelirler teknik olarak ödemeyi yapanı sorumlu tutmak (stopaj) suretiyle vergilendirilir (nihai vergi) ama bazı durumlarda iki aşamada vergi hesaplanması yapılır ve ödenir. Birden fazla yerden ücret geliri olan hem yerinde kesintiyle öder, hem de kendi ayrıca beyan eder. Kâr payı alan için de benzer şey söz konusudur.


Bazı durumlarda devletler alacağı vergi hakkının bir kısmından veya tümünden daha ulvi (önemli) amaçlar varsa vazgeçebilir. Vazgeçme hali, bazen teknik imkansızlıktan veya astarının yüzünden pahalıya gelmesinden de olabilir. Mesela teknik açıdan zor ve zorlama olacağını veya insanları ürküteceğini düşünerek bazı vergi tipleri şirketler (tacirler) için uygulanırken, şahıslar açısından uygulanmayabilir. Bazı vergiler kamuya veya topluma daha fazla kazanç sağlayacağı inancıyla %0 uygulanır, istisnalar oluşturulur. Mesela iştirak (hisse senedi) değer artış kazancı eğer söz konusu pay BİST’te işlem görüyorsa şahıslar için her daim vergi dışı iken, ortak olunan A.Ş. borsada işlem görmüyorsa ve belli süre içinde işlem yapılmışsa vergiye tabidir.


Kısaca çağdaş temel vergi doktrinine göre her türlü gelir, harcama ve servet vergi konusudur; istisna ve muafiyetler sadece daha fazla toplumsal fayda var olacaksa vardır.


Bu yazı bir "vergi ve vergilendirmeye" ilişkin anlatım veya bilgilendirme çalışması değildir. Bu paragrafa kadar olan anlatımlar sadece esas konu olan yabancı para getirileri konusunun vergilendirilmesine ilişkin bir girizgâhtır.


Döviz Gelirleri Nasıl Vergilendiriliyor?


Her ülke kendi yerel para birimiyle muhasebe ve vergilendirme yapar. Bizde de gelir, kâr ve vergi matrahı, vergi vs TL baz alınarak hesaplanmak zorundadır.


Şirketler yabancı para varlık ve yükümlülükleri nedeniyle oluşan kur farkları kâr veya zarar realizasyon olmasa (döviz, TL’ye – TL, YP’ya dönüşmemiş) bile değerleme yaparak kambiyo kâr/zararı tahakkuk ettirir ve mali tablolarına yansıtırlar ve de ticari kâr oluşmuşsa bu sebepten kurumlar vergisi öderler. Bir sonraki dönem dövizin seyri aleyhlerine dönse ve hatta maliyetinin altında satıp zarar etse dahi bazen şirketler vergiyi peşinen ödedikleri için dövizdeki oynaklığın cilvesiyle garip bir şekilde nakit sıkıntısına düşebilirler. Muhasebe ve vergilendirme bazen böyle tuhaf bir şeydir. Bu tuhaflıktan kaynaklı sakıncalı durumu düzeltmek için ülkemizde 2019 yılında geçici bir yasal düzenlemeye hacet duyulmuştu. YP faiz gelirleri ise doğrudan gelir tablosuna yansıtılır ve vergi matrahını arttırır.


Peki Şahıslar?


Ülkemizde dövize ilişkin ayrıcalıklı ve “ürkek – korkak” bakış tarzı, döviz sayesinde elde edilen kazançların vergilendirilmesi konusunda da kendisini göstermektedir. Bilindiği gibi dövizli yatırımların faiz gelirine ilavaten değer artış kazancı getirileri de vardır. Eorubond dışında olan YP faiz gelirleri TL faiz vergilendirmesi aynı yönteme tabidir. Ancak Ülkemizde "döviz", faizi için değil, esasen TL’nin değer kaybına yönelik beklentiler için alınır ve elde tutulur. Bu toplumsal davranış Türkiye halkına özgü fıtrat olmuştur, zira toplam mevduatın yarısı yabancı para cinsiyle tanımlıdır. Şahıslara ait YP tevdiat ve diğer hak ve alacaklardan sağlanan kur artışı geliri vergiye tabi değildir. Ülkemizde Zekeriya Temizel’in vergi reformu paketi haricinde hiç bir müktesebat çalışmasında “şahısların döviz kârlarının” vergilendirilmesi söz konusu dahi edil(e)memiştir. Aslında günümüzde şahıslar dövizden sağlanan “spekülatif “ kazanç VİOP bünyesinde %10 kesinti yoluyla vergilendirilmektedir.


Ev alır ve yasada belirtilen süreden önce kârlı satarsanız, borsa dışı pay senedi sahibi iken satarsanız, miras kalırsa, kira geliriniz varsa, herhangi bir sözleşme yaparsanız, evinizdeki bilgisayarınızı bir şirkete satarsanız, işten atılır tavanın üzerinde kıdem tazminatı alırsanız devletimiz sizden illaki vergi alır; ama döviz stoklayıp paranızı katlarsanız, almaz. Lakin tasarrufunuzu yerli ve milli para olan lirada tutup, negatif reel faize razı halde güneş görmüş kar gibi eritseniz dahi ayrıca %15 (seçeneğe göre 12 – 10 oranı da var) devletimize vergi vermek zorundasınız. Dövize sağlanan aynı istisna, fiyatı iki bacaklı olup biri USD değeriyle yüksek korelasyonlu altının mevduat hesapları için de vardır.


Vergi adaleti kavramı, salınan verginin haklılığı ve gönüllü vergi için temel şarttır. Ülkemizde şirketlerin ve şahıs tacirlerin “devletin vatandaşının aldığı her nefesten anında haberi olmasına” rağmen vergiden kaçınma eğilimlerinin ve cesaretinin motivasyon gücü muhtemelen vergisel adaleti bazı “konularda” sağlayamamak olabilir. Adalet duygusuna zarar veren konuların başında ise döviz değer artışının vergilendirilememesi gelmektedir.


Sadece Adaletsizlik midir Zararımız (kaybımız)?


Değildir. Belli dönemlerde ciddi şekilde vergi kaybımız olmaktadır. Evet, devlet BİST Pay Senetleri değer artışından vergi almayabilir, çünkü sermaye yetersizliği nedeniyle halka açılan şirketlerin fonlamanın bugünkü vergiden daha önemli olduğunu hesaplayabilir. 35 yıldır bir türlü 3 yıl üst üste iyi performans gösterip kendine gelemeyen borsamızdan müşteri – yatırımcı kaçsın istenmiyordur. Haklıdır. Peki, vatandaş ve şirketlerimizin elindeki tasarrufların yarısını başka ülke parasında tutarak bir kısmı rakibimiz, bir kısmı çatıştığımız ülkelere fon sağlayan yatırımcılarımızı niye vergiden muaf tutarak ödüllendiriyoruz? Endişemiz ve hesabımız nedir?


Şimdi Hesabımızı Yapalım…


2020 Haziran başı itibariyle 202 milyar USD üzerinde “yerleşiklerin” döviz mevduatı vardır, bu tutarın 121’i bireylerin, gerisi şirketlerindir. Yerleşik olmayanların ise 22 milyar USD mevduatı bulunmaktadır. 18 milyar USD karşılığında altın mevduatı bulunmaktadır. Yerleşik olmayanların mevduatının ne kadarının vergilendirilmediği muğlak olduğu için yabancı para değer artış kazancına konu olacak YP tevdiat hesapları yaklaşık 150 milyar USD kabul edelim – ki 2020 ihracat beklentimize yakındır-. 2019 Haziran ortalama USDTRYkuru 5,85 civarıydı, 2020 için ise 6,85 kabul edebiliriz. %17’e denk gelen USD’nin 1TL’lik değer artışının parasal karşılığı 150 milyar TL’dir. Yani kabaca elinde YP para ve altın tutarak değer artış kazancı istisnasından yararlanan şahısların kur farkı gelirleri 150 milyar TL’dir. Bu tutarın ortalama YP faiz geliri oranı olan %20 stopajla nihai vergilendirme yapılması halinde tahakkuk edecek vergi 30 milyar TL olacaktır. Ki bu rakam Kurumlar Vergisi beyannamesi veren 800,000’den fazla şirketimizin beyan tutarlarının %35’i kadardır.


Uygulama Nasıl Olabilir?


Mevduat ve Katılım Bankalarında tutulan dövizler bu kurumlarca satış, transfer,virman veya hesaptan çekme durumlarında ilk giren ilk çıkar yöntemine göre hesaplanacak değer artış kazancının vergisi kadar kesinti yaparak işlemi gerçekleştirebilirler. Döviz hesabı işlem görmese bile finans kurumları mali takvime uygun olarak seçilen dönemlerde oluşan YP değer artış kazancı vergisi kadar olan tutarın blokajını yapmak, doğrudan tahsili veya mahsubu yöntemlerinden biri yoluyla vergiyi tahsil veya teminat altına alabilir. Birden fazla dönem hesapta kalan DTH’lar için farklı çözümler önermek mümkündür.


Döviz Değer Artış Vergisinin Doğuracağı Sakıncalarla İlgili Varsayım ve Endişeler:


1.     “Böyle bir vergi gelirse insanlar vergiden kaçınmak için paralarını finans kuruluşlarından çekerler, bankalar zor durumda kaldığı gibi vergi alma imkânı da ortadan kalkar.” Mantıklı bir varsayım ama önceden hiç denemediğimiz bir durum değil, hiç birinde sonuç korkulan gibi olmadı. Kaldı ki çok da uzak olmayan zamanda her vatandaşın “yıllık gelir beyanı” veya “denkleştirme” gibi çağdaş vergi uygulamasına geçmemiz söz konusu olduğunda elimizde uygun bir tecrübe olacaktır.


2.     “Döviz her zaman yükselmiyor, kazanç olmuyor, düşünce vatandaş iade alacak mı?” Bu teknik konu altyapıları güçlü vergi idaresi ve finans kurumları için zor bir sorun değildir.


3.     “Döviz değer artışının içinde enflasyon ve alternatif getiri (TL faiz) maliyetleri bulunmaktadır. Gayrimenkul değer artış vergisinde olduğu gibi yaşlandırma ve arındırma yapılabilir mi?” Bu siyasi bir karardır. Çünkü döviz değer artış kazancı vergilendirmesinin temel ve ilk amacı ek vergi toplamak değil, esasen halkın çoğunluğunun döviz yatırımları nedeniyle başka ülkelere dolaylı da olsa senyoraj vergisi ödemesini engellemek olmalıdır.


4.     “Bu vergi halkta ‘acaba bankadaki dövizimin başına bir şey gelir mi korkusunu’ körükleri mi?” Tam tersi bir sonuç çıkacaktır; zira vergilendirme, söz konusu olduğu iktisadi faaliyeti daha değerli ve korunası hale getirir ve dedikodu şeklinde dolaşan absürt söylentilere set çekilmiş olur.


5.     “Ya döviz artmazsa?” O zaman vergi de olmaz.


6.     “Vatandaş illa yerel paranın değer kaybından kendini korumak için YP yatırımı yapmak ister, ama vergi nedeniyle tasarruflarını yastık altına götürürse?” Döviz dışında birçok başka spekülatif yatırım aracı bulunmaktadır ki bunların çoğu yerli ekonomiye doğrudan katkı yapmaktadır; diğer seçenekler teşvik edilebilir. Kaldı ki VİOP’te dövizli ve kaldıraçlı modern diğer enstrümanlar mevcuttur.


Faiz – Enflasyon – Devalüasyon korelasyonlarını çok uzun süre münazara ettik. Şimdi nihayet paradigmayı değiştirdik; Dünyanın sonu gelmedi. Bazen korkuların üzerine gitmek gerekebilir. Vergide de…



Şerif Elender

Kıdemli Danışman

Ekonomi - Finans


Her hakkı mahfuzdur. İzinsiz hiç bir şekilde kopyalanamaz ve yazarın ismi zikredilmeden alıntılanamaz.

28 Haziran 2020

bottom of page