top of page

Lisan Zenginleştirir mi?

Dil Refah Üretir Mi?

 

Bir halkın kullandığı lisan ile refah seviyesi arasında anlamlı bir ilişki var mıdır? Ya da benzer veya yakın coğrafyada mukim, benzer demografik yapısı olan fakat dilleri farklı iki topluluk aynı gelişmişlik seviyesinde midir? Son soru, aynı dil grubuna ait halkların oluşturduğu devletlerin ekonomik yapıları da benzer midir?

 

Yukarıdaki soruların anlamlı cevapları “İşletme Sorunları” menzilinde bulunan birçok sorunun çözümüne yardımcı olabilir.

 

“Filoloji” bize dil gruplarını ve özelliklerini veriyor. Aynı grupta bulunan dillerin konuşulduğu ülkelerin ekonomik ve insani gelişmişlik seviyeleri araştırmacılar tarafından yayınlanıyor; gerisi istatistikçilere kalmış. Kolay bir konu gibi görünüyor. Aslında araştırmacılar için çok dilli ülkeler müthiş bir kaynak; İsviçre, İspanya, Rusya Federasyonu gibi… Mesela İsviçre’de Almanca konuşan kuzey bölgesi ile İtalyanca konuşan güney kesimi arasında ekonomik gelişmişlik farkı var mı? Şayet varsa bu bölgelerin farklılıkları, Almanya ve İtalya arasındaki farka eşit mi?

 

Ekonomik ve insani gelişmişliği ölçen kriterler standarttır. Ülkelerin gelişmişliklerini etkileyen faktörler standart olmamakla birlikte genel kabul görmüş olanları şunlardır: İyi bir eğitim düzeni, olgun bir demokrasi kültürü, çalışan adalet sistemi, çalışkanlık, ilim ve öğrenmeye yatkın olmak, örgütlenme becerili bir halk, devlet – vatandaş ilişkilerinin rıza esaslı olması, coğrafya, iklim ve benzer birçok şey.


Kalkınma unsurlarının temeli sayılan sermayenin kapsadığı tanımlar ve ölçümleme değerlerinin tasnifinde son dönemlerde” Beşeri ve Sosyal Sermaye” kavramları maddi sermayeye nazaran öne çıkmaktadır. Beşeri Sermaye, “bilinenleri”, Sosyal Sermaye “tanıdıkları” tanımlıyor. Bilinenlerin, yani bilginin kullanılması ve tanıdıklarla iletişim için gereken ilk şey, dildir.

 

Ben bir dil bilimci değilim. Bu yazıda lisan ve kullanımına ait aktarılan bilgiler muhtelif kaynaklardan temin edilmiştir; asıl amaç ise dil’in iş hayatına etkileri konusunda varsayımlarda bulunmak sureti ile spekülasyon yapmaktır.

 

Dil kelimesi için TDK: İnsanların düşündüklerini ve duyduklarını bildirmek için kelimelerle veya işaretlerle yaptıkları anlaşma, lisan, zeban. Tabii bir de yazı dili vardır ama o konuşma dilinin ürünüdür. Bunun dışında TDK’na göre 55 adet daha "içinde dil olan terim" mevcuttur. Ancak bu yazıda dil kelimesinden “ana dil” kastedilmektedir.

 

Dil kelimesi, bazı yerel ağızlarda açar ile birlikte “anahtar”ın eş anlamlısı olarak kullanılır.

 

Dil bilimcilerin bir teorisi vardır: eğer bir kelime bir toplumun lisanında yoksa o şey de yoktur. Buradan hareketle bir soru: bir şeyi tarif eden çok fazla kelime varsa, ya da benzer ama aynı olmayan bir çok şey tek bir kelime ile anlatılıyorsa…? Diğer bir varsayım ise Nişanyan’dan: Kendilerini üst(ün) gören halk, diğerinden kelime almaz. Anadili Farsça ve Arapça olup Türkçeyi Türkiye’de öğrenenlerin dilimizi şiir gibi konuştukları ise ilginç bir gerçektir. 

 

"Almanca, İngilizce, Felemenkçe, İsveççe, Danca, Norveççe ve İzlandaca", Germen dil grubundandır. Bu lisanların konuşulduğu ülkelerin 2016 yılı GSMH (GNP) toplamı, 78 trilyon USD olan Dünya yekununun %40’na eşittir; insan sayılarının ise % 8,2’sidir. Türkçe, Kazakça, Özbekçe, Türkmence, Azerice ve Kırgızca konuşan ülke halklarından oluşan grup dünya nüfusunun %2,3’nü teşkil etmekle birlikte Dünya GSMH toplamından aldıkları pay oranı ancak %1,4 civarıdır ki bu olgular, Germen grubuna göre 7,6 kez düşük kişi başına gelir anlamına gelmektedir.

 

Elbette bu rakamların birçok izahatı ve gerekçeleri vardır. Coğrafya, tarih ve bunların yan etkilerinin yanında ırkların genetik özellikleri de mutlaka çok önemli bir diğer faktördür. Diğer yandan halkların çağlara göre iniş – çıkış gösterdiği biner yıllık döngülerle medeniyet ve zenginlik merkezlerinin ciddi şekilde değiştiği bir gerçektir. Yukarıdaki mukayeseler son çağ için geçerlidir.

 

Dil yapıları üç çeşit: tek heceli, eklemeli ve çekimli diller. Germen grubu çekimli, Türkçe ise eklemeli dillerdendir. Çekimli diller incelendiğinde içinde Germen dili konuşan halkların zenginlik seviyesine yaklaşamayan birçok halkın dili de vardır, Arapça, Farsça, Rusça gibi. Türkçenin dahil olduğu Ural Altay grubunda ise Fince, Macarca, Japonca ve Korece de vardır. Yani dilin ana yapısı tek başına kuvvetli bir gösterge değil, ama alt gruplar için farklı düşünmek mümkün. Eğer öyleyse mesela Fince ile Kırgızca arasında çarpıcı farklar nelerdir, aynı şekilde Ermenice ile İsveççe dilleri için de…

 

Yukarıdaki soruların cevapları çok önemli, ama nelerdir, bilmiyoruz; muhtemelen herkesi ikna edecek izahata hiçbir zaman ulaşamayacağız. Bir halkın dili o halkın refahını ve mutluluğunu etkiler mi veya bir halkın mizacı mı dilin yapısını belirlemiştir? Ya da bir halkın çoğunluğunun biyokimyasal yapısı her şeyi bir arada etkiliyor ve dil – refah ilişkisinin özü bu bilinmezde mi? Bu hususların her biri ayrı birer muamma. Başka bir soru: 14 – 16. Asırlar arası Osmanlı Türklerinin genişleme agresifliği ile 18 – 20. Asırlardaki Japon yayılmacılığı ile son yıllarda Macaristan ile Türkiye’de oluşan siyasi iklimlerin benzeyişinin ülkelerin karakterleri ve dilleri ile izah edilebilir mi?

 

Türkçenin en ilginç özelliklerinden biri -Yupikçe’de yirmiden fazla “kar” anlamına gelen kelime olması misali- akraba – hısım kelimelerinin bolluğudur; enişte, bacanak, elti, görümce, hala, teyze, damat, gelin vs. Nezaket kelimelerimiz ise az ve olanlar diğer dillerden ithal. Teşekkür, lütfen, teveccühünüz, Allah razı olsun(üçte ikisi Arapça); Teşekkür kelimesinin Öz Türkçesi, sağ ol, yani hayatta kal, ölme gibi… tuhaf.

 

Türkçede türetilmişlerle birlikte 110bin, İngilizcede 1milyon, Arapçada 1,5milyon kelime olduğu söylenir, Rusların ise hala saydıkları… Esasen İngilizcede diğer dillerden en dikkat çekici farklılık, eş anlamlı kelimelerin çokluğudur; nüansın güzelliği ve gücünü bu dille anlayabiliriz. Nezaket ve ahenk dili ise Farsçadır.

 

Cumhuriyet yönetimi ilk dönemlerde dilde sadeleşme gayesi ile Türkçedeki “yabancı kökenli” kelimeleri ayıklama yoluna gitmiş, bu çaba elli yıldan uzun sürmüştür. Bu uygulamanın zararlarını şu örnekle açıklamak mümkündür: tartışmak, iyi midir, kötü mü? diye soralım, kötü cevabını alırız, çünkü münakaşa diye anlaşılır. Münazara, mütalaa, müzakere, hatta müşavere kelimelerinin – yanlış da olsa-yerine de kullanılır, kaldı ki münakaşa niye kötü olsun ki?

 

Dünyada bilim, sanat ve ticaret dili İngilizcedir, bu durum dünya ekonomisine üçte birine hükmeden dil için normaldir. Bunun yanında 30 yıl içinde Çin ekonomisinin global içindeki payının % 25’ler doğru yaklaşacağı tahminleri vardır ama Çincenin bilim, sanat ve ticarette bu gücü elde edeceği hususunda bir tahmin yoktur, çünkü bu dili konuşma ve yazma eğitimi çok zorludur.

Bir başka yaklaşım, İngilizcenin Dünya bilim, sanat ve ticaret dili olmasında asıl etkenin, bilim ve sanatın İngilizler tarafından geliştirildiği, akabinde 18. Asırdan itibaren dünya devleti olduğu yönündedir. Bu yorum üzerinde spekülasyon yapalım: acaba Britanya’da yaşayan halk Çin yazım sistemi Kanji benzerini kullansa ve tek heceli dilleri olsa dünya bugün nasıl olurdu?

 

Dil ve tarih ile diller tarihi ve iktisadi tarih birlikte incelendiğinde diller ile kalkınmışlık arasında bir ilişki olma olasılığı yüksek görünüyor. Dil zengin ama öğrenilmesi kolay, bilimde kullanılmaya uygun ise bu muhtemelen bir üstünlük sağlıyor ama zenginlik yaratabilmesi için tek başına belirleyici değil. Öyle olsaydı tüm hukuk terminolojisini aldığımız Arap dilinin kullanıldığı ülkelerde hukuk hakim olurdu. Belki bir zamanlar öyleydi ama şimdi değil.

 

Eğer bir halkın dili refahını etkiliyorsa, doğaldır ki iş hayatını ve işletmeleri de etkiliyordur. Bu kaçınılmaz bir durumdur. Uluslar arası dilin İngilizce olması gerçeği aslında Türk şirketlerinin ecnebilerle ilişkilerde bir denge sağlamaktadır. Diğer yandan farklı dil gruplarına dahil olması nedeni ile anadili Türkçe olanların İngilizce ile olan sorunları vardır; lakin “dünya dili İngilizcedir, ama kötü bir İngilizce” gerçeği kısmen işimizi kolaylaştırmaktadır. İşletme Bilimi içinde en ilginç ve önemlilerinden şu vaka (case study) dil unsurunun kültürün bir parçası olduğunu hatırlatması açısından önemlidir: Büyük bir Amerikan firması “her şeyi” ile Hindistan’a taşınır; teknoloji, bilanço, ürün ve elbette çalışanlar, ancak proje çöker, firma birkaç yıl içinde batar. Buradan çıkarılabilecek sonuç: her ülkenin sosyoekonomik ve kültürel iklimi farklıdır ve işletmeler bu iklim şartları izin verirse serpilip gelişebilirler. İşte burada bahse konu sosyal ve kültürel yapıyı belirleyen unsurların başında dil gelmektedir. Sosyokültürel ögelerin birisi bağnazlıktır ve bu habis toplumlara sadece fakirlik getirir. Eğer bir toplum dil konusunda dışarıya kapalı ise muhtemelen diğer konularda da öyledir; teknoloji, sermaye, insan gücü gibi. Kim bilir, Türk coğrafyasında ekonomik geriliğin nedenlerinden biri de “bağnazlık ve tutuculuktur” ki bunun milliyetçilikle çok ilgisi yoktur.

 

Zengin devletlerin birçoğunun temelinde emperyalist geçmiş, tarihsel bir gerçekliktir; bunun için sömürgeci devletin dilinin diğer ülkelerde kullanılabiliyor olması gerekir. Bu varsayımdan hareketle “gerçek zengin şirketler çok uluslu şirketlerdir” çıkarımı yapabiliriz. Peki, Türklerin kaç adet kendi malı çok uluslu şirketi vardır? Uluslar arası boyuta terfi etmek isteyen şirketlerimizin akıbetlerini biliyor muyuz? Eğer siz başka bir Devletin dilini kullanmaya mahkum iseniz esasen O ülkeye kaynak transfer ediyorsunuzdur ve bu durum bir nevi sömürgeciliktir.

 

Dilin diğer bir gerçeği ise sosyal ilişki, ticaret ve hukuk için ne kadar kullanılabilir olduğudur. Diğer bir değişle, bir dil saygı, sevgi, talep ve tarif ifadeleri için uygun ve yeterli midir? Eğer bu konularda sorun yoksa alışveriş, “inovasyon”, ticari edep ve müzakere için ihtiyaca yeterince cevap verebiliyor mu? Nihayet hukuk dili ile halk diline kadar bir diğerinin unsurudur? Eğer bu soruların cevaplarında tereddütler varsa ekonominin ve işletmelerin hayatı oldukça zordur; işletmelerin kendi faaliyetinin için gerekenin yanında "derdini anlatabilmesi" için ilaveten efor göstermesi gerekecektir ve buradan kaynaklı kayıp – kaçak maliyetlerini doğrudan veya dolaylı olarak ödemektedir. Bu maliyetler işletmelerin uluslar arası rekabet gücünü zayıflatır.

 

İşletmelerin dille ilgili ve dilden kaynaklı sorunları asgariye indirmek için özel bir çaba gösterdiğini en azından KOBİ boyutunda görmek pek mümkün değildir. Şirketler, müşteri ilişkilerinde son kullanıcıya hitap ediyorsa reklam ajansları, diğerleri için ise Kurumsal İletişimcilerin desteklerini almaktadırlar. Bahsedilen profesyoneller elbette ki işlerinde iyidir ama kullanılan lisan hedef için yeterli midir? Nüansı az olan dil yetersiz ifade ve yanlış anlamlar üretmeye çok müsaittir.

İş hayatımızda “Osmanlıca” denilen dilin kelimelerinin kullanılması işe yarayabilirdi ama orada önyargılarımız ve bunu aşsak bile zamana ihtiyacımız var. Aslında bu noktada pratik bir çözüm üretmek mümkün: Madem kullandığımız dil sosyal ve ekonomik hayat için bazı lisanlara nazaran yeterince güçlü değil, o halde kullanılan “dozajını” artırmak geçici bir çözüm olabilir. Yani sağlıklı bir iletişim için daha ihtimamlı ve cömertçe çaba göstermek ve bu konuda samimi emek vermek, işe yarayabilir.

 

Bir halkın kültürü ve kullandığı dil hukuk kelimelerinden ziyade hısım – akraba tür isimleri üretmiş, nezaket ve nüans kelimeleri haznesi zayıf ise, orada işleri ve sorunları hukuk ve rıza ile değil, “töre” kurallarıyla veya zorbalıkla sonuçlandırma eğilimi vardır; böyle bir toplumsal iklimde huzur ve refahı elde etmek hiç kolay değildir. Doğaldır ki bu tür ülkelerde işletme sahipleri şirketlerinin sevk ve idaresini dost – akraba marifeti ile yürüterek, bilimsel yöntemleri kullanmayı ret edeceklerdir.

 

Şerif Elender

Kıdemli Danışman

​Ekonomi - Finans



Her hakkı mahfuzdur. İzinsiz hiç bir şekilde kopyalanamaz ve yazarın ismi zikredilmeden alıntılanamaz.

23 Mayıs 2017

bottom of page