top of page

Subliminal Manipülasyon

BİLİNÇALTI ve KARAR ALMA

 

Discovery Science (SC) TV kanalında İngiliz yapımı “Subliminal” konulu bir belgesel yayınlanıyor. Londra’da bir TV yapımcısı ekip, geniş uzman, tiyatrocu ve senaristlerden oluşan destek kadronun yardımı ile çeşitli sosyal deneyler yapmak ve bir “mana icat etmek” amacı ile hazırladıkları programları yayına sunmaktadır. İlk bakışta ilginç ve eğlenceli gelen bu programlar aslında pek de yaşadığımızda garibimize gitmeyen sıradan bazı sosyal davranışların hayatımız ne kadar etkilediğini yüzümüze vurmaktadır. Vurmaktadır çünkü yapımcılar hem tüm varsayımlarını hem de “kurbanların” samimi özeleştirilerini doğru yerlerde ve uzunlukta yerleştirmek suretiyle izleyiciyi derin düşüncelere “gark etmektedir”.

 

Aşağıda Anlatılan İki Hikâye Manipülasyona Dairdir.

 

Birinci Hikâye:

 

Kurban, yani belgeseldeki diğer insanlardan farkı sadece "O" neler olup bittiğinden bihaber “sade bir İngiliz”dir ve subliminal mesaj denen şeye hiç inanmamaktadır. “Subliminal” 'bilindiği gibi bir objenin içine gömülü bir işaret', şeklinde izah edilmektedir. En popüler olan subliminal uygulaması, sinemada filmin içine yerleştirilmiş gözün fark etmeyeceği kısalıktaki cola – patlamış mısır resmi fenomenidir; Güya seyirciler film arasında büfeye hücum etmektedir. Kurban işte bu olguya inanmayan bir “sade vatandaş”tan seçilmiş otuzlu yaşlarda biridir.

 

Önce kurbana, tiyatroculardan oluşan diğer beş kişi ile birlikte 15 saniyelik bir görüntü gösterilir ve araya bir renk sıkıştırıldığı yalanı ile kapalı bir bölmeye geçerek gördükleri bu rengin adını bir kâğıda yazması istenir. Gizli kamera ile ne yaptığı izlenen kurbanın ardından diğerleri de kırmızı yazar. Hemen 15 saniyelik filme kırmızı bir kare eklenir ve ağır çekimde gösterilir ve anlaşılır ki bir renk varmış ve kırmızıymış! Kurbanın iyice ikna olması için başka bir filmde bir objenin adının gizlendiği ve resminin çizilmesi istenir, adamcağız nedense bir duvar saati çizer, arkasından tiyatrocular da muhtelif saat resimleri çizerler. Mekana gelirken subliminal mesaj kavramına inanmayan kurban iki sahte gösteri sonucunda artık inançlı bir insana dönüşmüştür. Asıl olay bundan sonradır: diğer katılımcılara biri hariç teşekkür edilir ve özel bir deney için bu tiyatrocu ile kurbandan kalması istenir. Yine bir kısa film izletilir ve burada gizli mesajın onun davranışlarını etkilemek ve kontrol etmek üzere hazırlandığı söylendikten sonra “esas eylem” anlatılır: yan odada bir elektrikli sandalye vardır ve kurbanın eline verilen uzaktan kumanda vasıtayla elektrikli sandalyeye bağlanmış tiyatrocuya kısa süreli elektrik akımı verilecektir. Başta hafif şiddette olan elektrik şoku, tekrar edildikçe acı verme etkisini arttırmaktadır. Kurban her düğmeye basıp diğerine elektrik verdiğinde 10 pound para alacaktır. Eğlenceli bir işe benzemektedir, elektrik akımı önce bir kereliğine kurbanda denenir ve sonra sandalyeye tiyatrocu oturur; ama artık elektrik akımı kesilmiştir, aslında düğmeye basıldığında bir şey olmayacaktır. Düğmeye ilk kez basılır ve 10 pound cebe konulur. 2, 3….5 derken diğer odadan oflama arkasından çığlık sesleri gelir. “Sade İngiliz” vatandaşı artık her düğmeye bastığında ilk kez yaptığında olduğu kadar endişeli de görünmemektedir. Başroldeki uygulamacı kurbana sorar: artık düğmeye basmaya bir son vermeyi düşünmüyor musunuz, içerideki insan çok acı çekiyor, vicdanen bir şey hissedip üzülmüyor musunuz? Kurban devam edeceğini beyan eder ve der ki: “ Niye üzüleyim ki, ben bunları biraz önce seyrettiğim filmin etkisi ile yaptığıma inanıyorum, benim sorumluluğum yok bu kararımda…”

İkinci Hikâye:

 

Bu senaryoda birçok "kurban" vardır, çünkü oyun birçok kez tekrar etmiştir. Bu bölümde bir "hanım kurban" dışında diğerlerinin tümü aynı davranışları sergilemiştir. Bu defa olay Londra’da bir benzinci marketinde geçmektedir. Market çalışanı, müşteriler, polis ve hatta kurbanın arkadaşı tiyatrocudur. Sıradan bir günde marketin kapısından elinde beysbol sopası olan 160 cm boyunda kumral bir soyguncu girer ve tehditle kasayı boşaltır, kaçar. Marketçi müşterilerden görgü şahidi olarak kalmalarını rica eder ve soygunu polise(o da tiyatrocu) ihbarda bulunur. Birazdan polis, 190 cm boyunda ve sarışın bir şüpheli (!) ile gelir ve adamın teşhis edilmesini ister. Kurban doğal olarak “bu değil” der ama market çalışanı ve diğer tüm müşteriler tam zıt düşüncededir: Soyguncu bu adam… Kurban tereddüde düşer ama “bu değildi galiba” demeye devam eder. Bu esnada polis, sahte şüphelinin üzerini arar ve bir tomar nakit pound bulur. O andan itibaren kurban da “yanlış” sahte şüphelinin soyguncumuz olduğundan emindir. Bu sahnenin devamında gerçek tiyatrocu soyguncu içeri girer ve mizansen kurbana anlatılır. “ Herkes ısrar edince ben de bir bildikleri vardır diye düşünmeye başladım ve ardından adamın cebinden para çıktı” savunmasını yapacaktır tüm kurbanlar. Tercümesi: “çoğunluk bir şey diyorsa, ben de onu der rahat ederim, benim inancım sonuç vermeyecek gibi ise etkin olanların dediğini riayet kolaylık sağlar.”

 

Karar Sürecinin Birkaç Aşaması Vardır:

 

  1. Önce bir karar verme gereği ortaya çıkar,

  2. Sorun tanımlanır,

  3. Seçenekler belirlenir ve irdelenir,

  4. Seçenekler arasından bir tercih yapılır ki buna karar denir,

  5. Alınan karar uygulanır ve sonucu takip edilir.

 

Kurumlarda kural olarak, kararlar bir heyet tarafından verilir. Karar verici unsurun doğru ve uygulanabilir karar verebilmesi için üyelerinin, eğitimli, tecrübeli, basiretli, dirayetli ve dürüst olmaları gerekir. Bilgi ve eğitim eksiği uzmanlar tarafından temin edilebilir ama diğer kişilik özellikleri karar vericide yok ise kararlar yine hatalı çıkacaktır ve o kurumun istikbali vahimdir. Ülkemizde durum daha da vahimdir çünkü hem “bilgi ve tecrübe” karar vericilerde kıttır hem de uzmanlara müracaat sayısı kıttır. Alınan kararların isabetli olması ve kararın uygulanmasındaki başarı “işletmelerin menfaat grupları” ile, ilişkili kişilerin de istikballerini doğrudan etkilemektedir. Karar vericiler bu cepheden bakıldığında dahi görünenden fazla insanı etkileme sorumluluğu almışlardır ve bu nedenledir ki onların beyinlerini nasıl çalıştığını ve kişilik özelliklerini görebilmek ve anlamak üçüncü taraflar için bir gerekliliktir. Çünkü bir insanın hayatını etkileyecek hususta tercih hakkı diğer birine ait ise, hakkında karar verilenin en azından karar vericinin hangi saik ile karar verdiğini bilmelidir. Bilmelidir ki kendisi de o alemi terki diyar ya da karar sürecini etkileyen çabalar içine girme arasında bir tercih yaparken “kendisi için en doğru kararı” verebilsin.

 

Karar sürecinde her alanda olduğu gibi “önce can, sonra canan” düsturu anlaşılabilir bir durumdur, ama kabul edilebilirliği de tartışılır. Bu önermeyle, karar verici birey ile diğerleri arasında bir menfaat çatışması olmasının gayet olağan olduğu savlanır. Böyle durumlarda kararın kendisi ve süreci ahlak kuralları ve yasalara uygun ise üçüncü kişilerin “duruma razı olmaları” gerekir. Önceki cümledeki kabulün sorunlu yanı ise yukarıdaki iki örneğin abartılı da olsa gösterdiği gibi karar süreçlerinin “hastalıklı” olma ihtimalidir.

 

Hastalıklı olma ihtimali o denli yüksektir ki, yukarıda anlatılan iki hikayeden ilkinde “bilerek işkenceye yapmak”, ikincisinde ise “suçsuz birinin hapse girmesine sebebiyet vermek” gibi iki ciddi cürmü, “sıradan insanlarca” kolaylıkla işleyebilecek hale getirmenin basitliği alenen görülmektedir.

 

Üstte Anlatılan İki Kıssadan Çıkarılabilecek Hisseler:

 

  1. Eğer verilen kararın sonucunda karar verici maddi – manevi bir menfaat elde edecekse, vicdan – merhamet ve benzerleri insan vücudundan muhtemelen daha kolay çıkıyor.

  2. Kararın sonucunda oluşacak olumsuzlukları başka bir şeyin veya kişinin üzerine yıkmak mümkün olduğu hallerde, yanlış karar çok daha kolay verilir.

  3. İnsanların bilgi, inanç ve fikirleri çoğunlukla kolaylıkla değiştirilebilir, akabinde kararları da öyle…

  4. Eğer bir karar sürecinde kritik kişi siz iseniz çevrenizdeki herkesin “rol yapma” olasılığı her zaman olduğundan daha yüksektir.

  5. Diğer insanlar umurunuzda değilse yanlış karar verme hususunda bir adım öndesinizdir.

  6. Aldatılmış olmak duygusu insanları rahatlatır, bir sonraki karar sürecinin “boş ver abi” tadında geçmesine sebebiyet verebilir.

  7. Eğer bilerek vereceğiniz yanlış karardan dolayı sorumluluk yüklenmeyecek ve ceza almayacaksanız muhtemelen yanlış karar alırsınız.

  8. “Baskı ortamında” karar verilmesi isteniyorsa ve bu rutin haline gelmiş ise, bilgi ve araştırmanın bir hükmü kalmaz; karar verici âdeta ufak etkileri bekler olur.

  9. Kurumların karar vericileri arasında kahraman ve filozof sayıları tahmin edilenden çok daha azdır.

  10. Her alınan yanlış kararın mutlaka bir bahanesi vardır, özür, kendini suçlama ve pişmanlık nadirdir.

  11. Sizden daha akıllı ve becerikli birileri varsa kendilerinin menfaatine uygun kararlarını size aldırabilirler; size de paranoyakça “üst akıl” mavrası mırıldanmak düşer. Böyle durumlar için yapılması gereken şey şikayet değil, eğer karar verici olmuşsanız gereğini yapıp en az diğerleri kadar eğitimli, becerikli ve gayretli olmalısınız.

  12. Herkes yalan söyler (House M.D.’den). Bu nedenle karar verici iseniz sorumlu olduğunuz konuyu "uzmanların" sizi yanlış yönlendirmesine müsaade etmeyecek kadar öğrenmelisiniz.

  13. Muktedirler yani asıl karar vericiler, “görünen karar vericileri” seçerken, yetersiz kişilik özellikli muhterislerden seçerler.

 

 

Şerif Elender

Kıdemli Danışman

​Ekonomi - Finans


Her hakkı mahfuzdur. İzinsiz hiç bir şekilde kopyalanamaz ve yazarın ismi zikredilmeden alıntılanamaz.

31 Temmuz 2017

bottom of page